İçeriğe geç

Etiket: fuls yazıyor

Kadınlığımın Orta Yeri..

Ayten ve Fulsen 22 Aralık 1990, Eskişehir
Ayten ve Fulsen
22 Aralık 1990, Eskişehir

Çocuk tüm coğrafyaları kendi evi gibi bilirmiş ya ben de çocukken bütün kadınları anneannem gibi bilirdim. Adı Ayten. Aklınıza Ümit Yaşar Oğuzcan’ın Milyon Kere Ayten’indeki Ayten düşmesin. Karadeniz’in sert ikliminde yetişmiş bir kadındır benim Ayten’im. Yeşilli morlu basma etekler giyer, ibadet eder gibi her gün üç kez arap sabunuyla yerleri siler. Uzun yıllar kadın sıfatını taşımaya dair hiçbir arzumun olmamasının nedenidir belki Ayten. Gardırobun alt rafında sıralanan tabanı hiç asfalt görmemiş rugan ayakabıların içine bez mendillere sarıp sakladığı altın bileziklerini sadece kabul günlerinde takar. Güzel kadınmış gençliğinde, ben görmedim. Saçlarını hep kısadır anneannemin. Annem öldükten sonra makyaj yapmamış, yakışık almazmış. Sadece televizyonu değil, kibrit kutusundan oklavaya kadar herşeyi dantellerle örter, evde yalnız olduğumuz saatlerde bana kızının adıyla seslenir.

Çocukluktan kalma psikolojik problemlerimin vebali boynuna, biraz deli ama kötü niyetli kadın değildir Ayten.  Annemi sevdiği kadar çok olmasa da beni de sever; bense uzun yıllar boyunca anneannemi değil, yaptığı zeytinyağlı sarmalarını sevdim. Bilirim beni sevdiğini. Tek mabedi mutfağı olan Ayten “Seni seviyorum” cümlesini kurmazsa da “Sana ıspanaklı peynirli börek yaptım” der çünkü.

4 Yorum

Gitmeler üzerine..

Leaving Las Vegas, 1995
Leaving Las Vegas, 1995

Unutmaktan bu kadar korkmasaydım, belki de hiç yazmazdım. Canım yandığında insanlar yanıma gelir, zamandan, zamanla unutacağımdan, unutunca geçeceğinden bahsederler. Bazen unuturum, geçti zannederim; oysa ki aradan bir vakit geçtiğinde, anın duygusunu değil de salt olayı hatırlamaya başladığımda gerçekten geçer.

Çocukluğumun silik anıları arasında, sanki dün başımdan geçmiş kadar berrak bir akşam var. Beş yaşındayım. Cuma akşamı, Eskişehir’de kış. Annem yanıma geliyor “Hadi anneannenlere gidelim mi?” diye soruyor. Nasıl heyecanlanıyorum. Bizim evde yasak olan tüm muzır abur cuburları anneannem bana annemden gizli yedireceği için gözlerim parlıyor. Hem yatma saatim geldiğinde henüz eve dönmemiş olacağımız için fazladan iki saat renkli televizyon izlemek demek, anneannemlere gitmek. Sadece gözlerim açıkta kalacak şekilde paltomun kapşonu takılıp atkı ile sarmalanıyorum. Yola çıkıyoruz.

7 Yorum

Yaş gelmiş 32’ye daha fazla bekleyemem..

Mayıs 2013, Arnavutköy Fotoğraf: Caner Okutan
Mayıs 2013, Arnavutköy
Fotoğraf: Caner Okutan

1988’in Kasım ayıydı. Doğduğum şehir olan Eskişehir’de kış kendini sonbahardan gösterirdi, belki hala öyledir, yıllardır görmedim. Küçük camından mutfak masasına kış güneşin vurduğu bir Kasım günüydü, balkona çıktığında göğsüne ayazın vurduğu bir Pazar günüydü. Babam Pazar günleri dükkanı açmaz, evde bize kahvaltı hazırlardı. Fıstıklı salam kızartırdı, fıstıklı salam pahalıydı o zamanlar, ben çok severdim ama her gün yemeye paramız yetmezdi.

Sonra bir anda evde herkes kayboldu. Boyama kitabımda, yanında Atılgan duran bir He-Man boyuyordum, annem o sabah bana turuncu, sarı ve pembeyi karıştırarak ten rengi yapmasını öğretmişti. Hemen öğrenmiştim, hep çabuk öğrendim. Bitirdiğim resmi göstermek için birini arıyordum, ev bomboştu. Sonra kapı çaldı, “Kim o?” dedikten sonra babamın sesini duyunca kapıyı açtım. Evimizde telefonumuz yoktu o yıllarda, çok kısa bir zaman sonra öğrendim babam bakkal dükkanımıza gidip babaannemleri aramış, altı ay sonra aileye katılacak kardeşimi müjdelemiş.

Babam gelir gelmez, beni aldı, alt komşumuza emanet etti. Boyama kitabım evde kalmıştı, daha kimseye gösterememiştim ten rengi He-Man’i. Altı yaşındaydım, saatlerce babamın beni gelip almasını bekledim. Gelmedi. Saatler, altı yaşındaki bir kız çocuğu için bir ömür kadar uzun olabiliyor. Bekledim.

33 Yorum

Yaşlanmaya Başladığım An

Yaslanmaya Basladigim AnÖlümle tanıştığımızda, ben henüz bu dünya üzerindeki yedinci yılımı tamamlamamıştım. O gün neredeyse tanıdığım herkes ağlıyordu. Ben ağlamadım. Oysa okul bahçesinde koşmamam tembihlenmesine rağmen, söz dinlemeyip, düşüp de annemin yeni aldığı beyaz külotlu çorabımı parçaladığım yetmiyormuş gibi, dizimi kanattığım gün nasıl ağladığımı daha dünmüş gibi hatırlıyorum. Ama o gün ağlamadım. Herhalde dizimi kanattığım günkü kadar canım yanmamıştı. O günden sonraki günlerde de ağlamadım. Ta ki bir gün ağlamayışımın toplum içinde –ki toplum o yıllarda ailem ve aile dostlarımızdan oluşuyordu- hoş karşılanmadığını anlayana kadar.

Ölülerin ardından ağlamak gerekirmiş, bu vesileyle öğrendim. Kaybettiğimin ne olduğunu henüz bilmediğim ve çok erken yaşlarda kaybettiğim için ilerleyen yıllarda da hiç öğrenemediğim şeyler için ağlamam uygun görüldüğünden, neye ağladığımı bilmeden ağlamaya başladım. Çocukken ağlamak daha kolaydı.

4 Yorum

Mahalle Arası ‘Ucuz’ Apartman Üniversiteleri Sezonu Başladı..

Oğluşumun Adı ÜniversitesiBu yıl da her yıl olduğu gibi güneşin kendini göstermesiyle birlikte Istanbul için ter kokusu ve mahalle arası ‘ucuz’ üniversite reklamları sezonu başladı.

“Beni al, beni giy, beni sür, beni ye, benimle konuş, paranı bana harca ve/veya paranı bana yatır” diye avazları çıktığı kadar bağırdıkları yetmiyor gibi birçoğu estetikten mahrum duruşlarıyla gözlerimizi kirletirken reklamlar, uzun süre kapısı açılmayacak bir evin eşyaları toz tutmasın diye üzerine örtülen beyaz çarşafların yarattığı kefen etkisinde şehrin üstünü kapatıyorlar. Evet, reklamcılık sektörü türlü sebeplerden ben de mide bulantısına benzer bir duygu yaratır. Ve evet, belediye başkanı olduğumda ilk icraat olarak Şehr-i Istanbul’un üzerine kene gibi yapışmış bilbortları, raketleri, megalaytları indireceğim günü düşlemekten büyük bir zevk duyarım. Beni bu tatlı gündüz düşünden uyandırıp tahammül sınırımın sonuna dayandıran nokta ise ‘ucuz’ üniversite reklamları.

Öğrencilerin YERİNE üniversiteler “beni seç, beni seç, onu seçme beni seç” diye çığırdıkça aydınlık bir geleceğe dair umutlar tükeniyor…

2 Yorum

Müslüman ya da Yahudi, Türk ya da Kürt DEĞİLİM. Hatta Fulsen bile DEĞİLİM, sadece İNSANIM!

Fulsen bile degilimNe kadar görmezden gelsen de SEN de SADECE insansın.

Çatışmalar, çarpışmalar, tartışmalar, sıcak veya soğuk savaşlar… Doğrular konuşuluyor, değil mi? Herkes kendi doğrusunu savunuyor, değil mi? Doğru! Doğru, tarih çizgisinde coğrafi konuma göre soluk aldığımız her an değiştirdiğimiz insan icadı bir görecelik hali. Gerçek, ne peki? Gerçek, doğduğun andan itibaren sana konulmuş tüm isimler ve sıfatları soyunup çıplak kaldığında, doğada bulunan ve zamanla değişmeyen varlık hali.

Bu gerçek sizlerden yıllarca saklandığı için üzgünüm ama sen Kürt değilsin. Sen Yahudi değilsin. Sen zenci sen de beyaz değilsin. Sen göçmen sen de çingene değilsin. Hepiniz sadece insansınız. Tek ırk olarak birleşmeyi öğrenmeliyiz.

Ne kadar aksi öğretilmiş olsa da SEN sadece DÜNYA vatandaşısın.

İnsansın dediğim için kendini çok ehemmiyetli bir varlık olarak da addetme.

1 Yorum

Neden FEMEN için memelerimi açmıyorum?

Amina TylerTunuslu Amina Tyler’ın feminist örgüt FEMEN için üstsüz fotoğraflar göndermesi sonucunda çıkan tartışmalar ve vücuduna Arapça “bedenim bana ait, kimsenin namusunun kaynağı değil” yazan Amina’ya recm tehditleri aldığı yönündeki haberler sonrasında, örgüt 4 Nisan için uluslararası bir eylem çağrısı yaptı. Bir anda tabiri caizse ‘gaza geldim’. Sonra durdum. Düşündüm. Bu düşünceler arasında bir kadının recm cezasına çarptırılma durumuna karşı durup, bu eyleme katıl(a)madığım için “batsın benim insanlığım” bile dedim. Altınızı çizerim ‘kadınlığım’ değil ‘insanlığım’. Sınırlı sayıda haber kaynağında sadece meme uçlarını buğulayıp ya da siyah çizgilerle sansürlenip yayınlanan fotoğraflarını görünce sinirlendim. Tüm ayıp meme uçlarında çünkü! Meme ucu görünmezse serbest, görünürse cezaya tabii. Bu esnada o meme uçlarını gösterdikleri için ceza alan haber kaynaklarıyla da tanıştım. İçler dışlar çarptım, hesabımı yaptım ve memelerimi açmadım.

2 Yorum

Emek kalesi düştü ama davamız devam ediyor..

Emek SinemasiSiz! Evet, size soruyorum! Sizin uğruna savaş verdiğiniz bir davanız var mı? Peki, siz davanız için sahip olduğunuz nelerden vazgeçebilirsiniz?

Bir adam var bu ülkede, adam gibi bir adam, adı Atilla Dorsay, şahsen tanımam. Ama onunla aynı havayı soluduğum için onur duyarım. Bir adam var bu ülkede, davası uğruna 45 yıllık koltuğunu masaya sürüp restini çeken ve sözünden dönmeyen. 2011 yılıydı Dorsay “Emek yoksa ben de yokum” dediğinde.

Şimdi bugün bir adam çıkıyor ve diyor ki “Kıyma kendine Atilla Dorsay”. Bir adam,  adı Akif Beki. Ekliyor: “Kıyma kendine üstat! Yıkılan bir binanın yerine yenisi, hatta belki aslına da uygun çok daha iyisi yapılır ama kıyılan bir ustanın yerine aynısı kolay yetişmiyor. Gel yeniden düşün bu istifayı. Tarihi de olsa bir bina için kalemini feda etme, çünkü sen o binadan daha kıymetlisin.” Buyurun size Türkiye’nin portresi, düştüğümüz yerin varaklı çerçevede resmi.

Yorum Bırak

Huzur Pazar günlerine dair bir şey..

FulsMantiYapiyorGüneşli bir Pazar günü hatırlıyorum. Dedem, anneannemin eve toz girmesin düşüncesiyle kapattırdığı balkon camlarını açmış, önüne boya sandığını almış sırayla tüm aile efradının ayakkabılarını boyuyordu. Açılmış camı fırsat bilen ben, bir yandan dedemi izliyor bir yandan da hafifçe camdan sarkarak apartman kapısının önünde arabayı yıkayan dayım hala orada mı diye göz ucuyla bakıyordum. Arabaların apartmanların önünde yıkandığı yıllardı. Sanırım 6 ya da 7 yaşındaydım. O sırada anneannem içeriden “Fulseeeeeen gel, mantıları kapa” diye seslenerek beni çağırırdı. Anneannemin bana seslenişleri sağ olsun evimizdeki muhabbet kuşlarına hiç adımı söylemeyi öğretmek zorunda kalmamıştım. Buna benzer pek çok gün var hafızamda hepsi de bir Pazar günlerine denk geliyor, ne hikmetse.

3 Yorum